Peynirli Sandviç
Adam, iş yerinde, öğlen vakti, evinden getirdiği yemek paketini açar. Ve “Allah kahretsin, yine peynirli sandviç” diye söylenerek yemeğini yer. Bu senaryo her gün tekrarlanır. Etraftakiler bu duruma bir anlam vermezler. Sonunda, adamın iş arkadaşları dayanamaz ve “ Yahu, yemek paketini kim hazırlıyorsa söyleyiversen de sandviçini istediğin gibi hazırlasa! “ derler. Adam, kısık bir sesle, “Sandviçimi kendim hazırlıyorum” diye cevap verir. Arkadaşları, şaşkınlıktan dona kalır!
Hemen hemen hepimizin hayatında, bir ya da birkaç peynirli sandviç olayı vardır kanısındayım. Sürekli şikâyet ettiğimiz ama bu durumun oluşmasındaki rolümüzü tamamen göz ardı ettiğimiz durumlardan bahsediyorum. Çoğunlukla, oluşan durumlar karşısında, karşılaştığımız sorunlar karşısında, bunların birden bire ortaya çıktığı duygusuna kapılırız. Hemen şikâyet etmeye başlarız. Başka da bir şey yapmayız.
Oysa yaşamda ve endüstriyel süreçlerde, hiçbir şey birden bire olmaz. Her sonuç, iyi ya da kötü, bir sürecin sonucunda oluşur. Veya bir sürecin yan ürünü olarak ortaya çıkar.
Zaman içinde, yaptığımız tercihler, aldığımız kararlar, ortaya çıkan sonuçları doğrudan etkiler. Belli bir sonucun ortaya çıkmasında doğrudan payımız vardır. Ancak, Sonuçların ortaya çıkması genellikle zaman alır. Bu nedenle, sebep-sonuç ilişkisi kolay kurulamaz.
İstemediğimiz sonuçlar ortaya çıktığında, bu sonucu oluşturan tercihlerimiz hiç aklımıza gelmez. Yalnızca şikâyet ederiz. Rolümüzün farkında olmadığımız ve herhangi bir değişiklik de yaratmadığımız için de, istemediğimiz sonuçlar, “peynirli sandviç” gibi, biteviye karşımıza çıkar. Biz de, biteviye şikâyet ederiz.
Geçtiğimiz günlerde tanık olduğum bir durumu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yaşlı karı-koca, denize çok yakın, site içinde yazlık bir evde kalmaktadırlar. Bahçe içinde güzel bir evleri vardır. Evlerinden deniz kenarına varmak için yüz elli metrelik hafif eğimli bir yol vardır. Yaşlı çift, diğer komşularından farklı olarak, her akşamüstü, dört buçuk- beş arası deniz kenarına inerler. Şezlonglarına havlularını serdikten sonra, adam, “X” gazetesini almak için, yüz metre ötedeki markete gider. Kadın adam dönünceye kadar ayakta endişeli bir şekilde bekler. Adam elinde “Y” gazetesi ile döner. Kadın, mutsuz bir ifadeyle, “hay aksi yine mi “X” gazetesi kalmamış der”. Bu senaryo her gün aynı şekilde oynanır durur. Ben de, üzüntü ile karışık bir şaşkınlıkla izlerim.
Adam, ”X” gazetesini okumak istiyor. Burada bir sorun yok. Gazetesini almak için günün geç bir vaktini tercih ediyor. Sorun burada gibi. İstediği gazete, günün o saatinde markette bulunmuyor. Sonuçta, adam ve karısı bu durumdan mutsuz oluyorlar. Ve bu her gün tekrarlanıyor.
Oysa marketteki görevliye, bir gün önceden tembih edip gazetesini ayırtabilir, abone olabilir. Ya da, gazete almaya sabah saatlerinde gidebilir. Bunun gibi çeşitli çözümler üretebilir. Adam, sandviçini istediği gibi hazırlayabilir. Hazırlanmasını sağlayabilir.
Adam durumun farkında değil mi? Her gün aynı hayal kırıklığını yaşamak hoşuna mı gidiyor? Bir bağımlılık mı söz konusu? Yoksa sorunu çözdüğünde, bir boşluğa mı düşeceğini düşünüyor. Anlamak güç.
Çevrenize bakın, kendi yaşamınıza bakın, bunun gibi pek çok örnek göreceksiniz. Birey olarak etkimizin farkında olabilirsek, sandviçimizi dilediğimiz gibi hazırlayıp ondan keyif almanın yolunu bulabiliriz.
Konu, yaşam ile etkileşim gücümüzün ve etrafımızda olup bitenlerle ilgili rolümüzün farkına varmakla ilgili.
M. Fatih Sütçüler